13. asırdaki Moğol istilasından sonra birbirinden farklı beyliklerin ve devletlerin hakimiyetine giren ve esasında büyük bir fetret yaşayan Erzurum, 1514’te Yavuz Sultan Selim’in bugünkü İran hududunda, Çaldıran Ovası’nda yapılan muharebede Safevi hükümdarı Şah İsmail’i yenmesiyle Osmanlı devletine katılmıştır. Yavuz Sultan Selim kazandığı zaferle Tebriz’e girmiş, ancak ordunun huzursuz olmasından dolayı kışı geçirmek üzere İstanbul’a dönmüştür. Dolayısıyla Osmanlı ordusu harple aldığı birçok yeri tekrar Safevilere bırakmıştır.
“BURASI EHLİ SÜNNET BELDESİDİR”
Muzaffer padişah Yavuz’a fetihnameler gönderen, Erzurum’da ve bölgedeki birçok bey Yavuz’un İstanbul’a dönmesinden sonra yeniden Safevilere katılmaya meyletmiştir. O dönem Erzurum beyi olan Afşar Beyi Sevündük Han da bunlardan biridir. Rivayet odur ki, Sevündük Han’ın ikili tutumuna karşı Pir Ali Baba ve Erzurum uleması bir araya gelerek “Burası Şia değil ehlisünnet beldesidir.” diyerek, Erzurum’da okunan beş vakit ezanın peşine salât u selam getirilmesine karar vermiştir. Yine rivayete göre, Pir Ali Baba Erzurum’un her türlü saldırıdan, afetlerden, belâ ve musibetlerden ilahi bir zırhla korunması için Binbir Hatim geleneğini başlatmıştır.
Binbir Hatim okumaları aralık ayının üçüncü cuma günü başlar ve ocak ayının ortasında yine cuma günü duası yapılarak tamamlanmış ve böylelikle bir ay sürmüş olur.
NEDEN BİNBİR?
Binbir sayısı eski inançlarda da olan, üç, yedi, kırk gibi çokluk ve kesret bildirmek için başvurulan kelimelerdendir: Binbirmeşakkat, binbir gece… Tasavvufta ise binbir’deki bin kesreti sondaki bir ise Allah’ı temsilen kullanılır. Binbir’deki bir vahdettir. Binbir Hatim ifadesinde bu anlamıyla kullanılır. Bir tasavvuf, tarikat, inanç sembolüdür. Aksi halde her yıl okunan hatim sayısı on binlercedir.
PİR ALİ BABA KİMDİR, MEVLEVî MİDİR?
Tuzcu (Dutçu) köyü (mahallesi) yakınında Ali baba Tepesi olarak bilinen yerde, toprağın altında ve tepenin doğu cephesinde kale duvarını hatırlatan duvarların ve hendeklerin olması, Pir Ali Baba hakkında bazı fikirler vermektedir.
Erzurum mülki teşkilatlanmasını Erzurum’un da Bânisi olan Kanunî Sultan Süleyman döneminde tamamlamıştır. Başbakanlık Osmanlı Arşivinde 1533 tarihli Arapça yazılı vakfiyelerden birinde Pir Ali Baba (muhtemelen vefatına çok yakın zamanda) meşayıhtan, ulemadan olan evlat ve halifelerine köyü ve araziyi vakfetmiştir. Bu durumda Yavuz döneminde Afşar Beyi Sevündük Han’ın ikili tutumuna karşı gelen Pir Ali Baba’nın, Kanunî döneminde zaviye sahibi olduğu anlaşılıyor. Vakfiyeye göre asıl adı Mevlâna Pir Ali’dir ve Mevlâna Veli’nin oğludur. Bir de Mevlâna Hüseyin diye bir kardeşi bulunmaktadır. Bu durumda Pir Ali Baba’nın Mevlevî olma ihtimali yüksektir.
Adının başındaki “Pir”, onun bir meslek grubunun şeyhi olabileceğini düşündürüyor. Bir rivayete göre Pir Ali Baba değirmencidir ve Kırk Değirmenler’in sahibidir. Kapı anlamındaki “Bâb” kelimesi halkın dilinde zamanla “Baba” olmuştur. Onun ismindeki “Baba” kelimesi de onun meşayıhtan biri, bir eren olduğunu gösterir. Vakfiyedeki tarihlerin Erzurum’un Osmanlı devletine geçtiği yıllara denk geldiğine, Ali Baba Tepesi’nin Erzurum’a çıkan tüm yolları, boğazları ve geçitleri (Haydari Boğazı, Gürcü Boğazı, Deveboynu Geçidi, Daphan Ovası, Palandöken Geçidi) gören stratejik bir konumda olduğuna dikkat ettiğimizde, Ali Baba Tepesindeki izlere de baktığımızda burasının hâkim bir tepede kurulu bir tekke, bir ribat, istihbarat ve gözetleme veya karakol işlevi yüklenmiş bir zaviye olduğu anlaşılır. Zaviye “açı” demek. Hani bakış açısı deriz ya, “bir de bu zaviyeden bak” gibi, işte öyle… Kubbealtı lügatte “zaviye” için şöyle der: “Osmanlı Devleti’nin ilk devirlerinde genellikle yerleşim merkezleri dışındaki yollar üzerinde, derbentlerde kurulan ve dînî-tasavvufî inanç ve fikirleri yaymak, bölgenin güvenlik ve âsâyişini sağlamak, gelip geçenleri barındırmak, yedirip içirmek gibi işleri üstlenen, Anadolu’nun Türkleşmesinde büyük rol oynamış olan dînîve sosyal kurum.” Tüm bu bilgi ve çıkarımlar ışığında Mevlâna Pir Ali Baba’nın bir alp, bir eren ve bir ahi şeyhi olduğu söylenebilir.
BİNBİR HATİM GELENEĞİNİN BAŞLAMA NEDENİ?
Binbir Hatimin her yıl aralık ayının ikinci haftasından sonra başlamasıyla Mevlâna Celaleddin-i Rumî’nin “düğün gecesi” (şeb-i arûs) olarak adlandırılan vefatının 17 Aralık’ta anılması arasında bir bağ var mı diye sormadan edemiyor insan. Yoksa tamamen bir rastlantı mı bu iki tarih? Babasının, kardeşlerinin ve kendisinin ön ismi Mevlâna olan Pir Ali Baba neden baharda veya yaz mevsiminde değil de zemheri başlangıcında, adam boyu karda atlı hafızlarla şehrin etrafını dolaştı. Acaba o dönem yapılan Mevlâna’yı anma merasimlerinin bir devamı mıydı bu atlı hafızlar ve şehrin etrafının Kuran ile zırhlanması?
Dönemin Erzurum’unu ve olaylarını dikkate aldığımızda Binbir Hatimin sanıldığı gibi sadece doğal afetler için okunduğu düşüncesi eksiktir, diye düşünüyorum. Hudut şehri olması, yolların kavşağında bulunması nedeniyle sık sık orduların saldırısına maruz kalan Erzurum’da Binbir Hatmin bir alperen olan Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi’nin şiirinde söylediği gibi mülk-i İslâmın kilidinin muhafazası için okunduğu açıktır:
Hafızları binbir hatim okurlar,
Nûr-i Kur’ân enharına akarlar,
Nüzul-i merhametgâhe bakarlar,
Mevlâ’ya emânet olsun Erzurum
…
Binbir hatim nuru Arş’ı doldurmuş
Belâ musibeti yerden kaldırmış
Düşmanları kahreylemiş öldürmüş
Mevlâ’ya emanet olsun Erzurum
…
Rabbim hıfzeyleye düşman şerrinden
Gazab göstermeye berr ü bahrinden
Husûsa ki Erzurum’un şehrinden
Mevlâ’ya emanet olsun Erzurum
